Ana içeriğe atla

YAZARLAR

"Güneş çoktan batmış, gece karanlığı akşam renklerinin yerini kaplamış durumda. Parıltılar önce karanlık suyun üzerinde, ufuk çizgisine yakın bir noktada başlıyor. Denizin yüzeyi bir yanıp bir sönüyor. Sonra bu ışıklı şölen yavaş yavaş, geniş bir şerit halinde ayaklarımızın dibine kadar uzanıyor. Bu denli güçlü bir yakamoza ilk kez şahit oluyorum. Dünyaya böylesine boş verebildiğim geceler daha çok var olsun ömrümde, sonsuza dek yok olurcasına yaşamın içine karıştığım bu anlar hiç bitmesin istiyorum."




"30 Nisan gecesi Eski Havana`nın meydanına (Plaza Vieja) yakın arka sokaklarında salaş bir restoranın sokak ortasına kurduğu masalarda bir kaç saat boyunca, mekanın sahibi ile bol bira eşliğinde sohbet ettik. Her konudan konuştuk. Genelde Kübalılar Castro yönetimine karşı fikirler söylemekten çekinirler, uzun süreli koyu muhabbet bunun üstesinden gelmiş olacak ki her ayrıntıyı rahatça masaya koyuyorlardı. Gece 11'de yan sokaktan davul ve trompet sesleriyle kalabalık bir grubun şarkıları duyulmaya başladı, şenlik havasında herkes, dans edip şarkı söyleyip ilerliyor, biz de katıldık."




"Kuzey ne demek? En fazla ne kadar kuzeye gidebilir insan? Peki en fazla ne kadar kuzeyde sürekli yaşayabilir? Peki ne sebeple? Dünyanın en kuzeyinde, üzerinde insan yerleşimi olan son ada Svalbard. 2500 insan ve 3500 kutup ayısı tarafından paylaşılan, ıssızlığın somut-coğrafi karşılığı. Zannımca dünyanın en güzel ülkesi olan Norveç'e ait. Ama öyle bir duruşu var ki hiç bir aidiyeti üzerinde taşımıyor. Belki biraz kutup ayılarına ve foklara meyilli. Ama asla insana değil."



"Doğasına ve hayvanlarına sahip çıkmayan, asıl zenginliklerinin bunlar olduğunu göremeyen ülkeler, hem ellerindekini kaybediyorlar hem de kültür üretemiyorlar. Çünkü bugün artık sahip çıktığın ve üretmeye devam ettiğin “kültürün” kadar varsın. Sanatın, doğan, hayvanların yoksa sen de yoksun. Umarım çok geç olmadan bizde de bu doğa bilinci ve sevgisi yerleşir ve adımlar bu süzgeçten geçerek atılır."



"İlk durakta renk renk deniz canlısının arakadaşça size eşlik ettiği bir sahneye şahit oluyorsunuz. 45 dakika kadar burada keşif yaptıktan sonra tekne sizi bir sonraki durağa götürürken, sabahtan beri burnunuza gelen nefis ızgara kokuları iyice dayanılmaz bir hal alacak. Nefis hamburger ve tavukları mideye indirdikten sonra ikinci durağa gelmiş olacaksınız. Aman çok yemeyin, zira daha kaplumbağalarla yüzeceksiniz!"




"İşte geldik en cafcaflı bölüme! Bozcaada’da her yıl çok renkli geçen bir de festival yapılıyor. Duymuşsunuzdur; Bağ bozumu derler adına. Yıl boyu emek verilen bağlardaki üzümlerin toplanmasının coşkulu bir şekilde kutlandığı Bağ bozumu Festivali geleneksel hale getirilmiş. Bağ bozumu başlarken halkla beraber adada bulunan turistler de traktörlerle bağlara götürülüyor ve hep birlikte üzümler toplanıyor. Daha sonra toplanan üzümlerin bir kısmı şehir merkezine getirilerek, meydanda davul-zurna eşliğinde halka dağıtılıyor ve festival başlıyor."







Bu blogdaki popüler yayınlar

Madam Katia'nın Şapkaları

2012 yılının Aralık ayında, Beyoğlu'da Galatasaray'dan Tünel'e doğru yürürken sağ kanattaki tarihi binalardan birinin altından geçerek girilen Hazzopulo (Hacopu) Pasajı'ndayım. Büyülü bir pasaj burası. Renk renk dükkanlar var içinde. Hediyelik eşya, takılar, süs malzemeleri, sahaflar ve yakın dönemde mantar gibi çoğalan çay kahve mekanları ile dolup taşan pasajda vitrini oldukça sönük bir dükkan var. Camekanın içine, vitrinin sadeliğine uyan küçücük bir tabela yerleştirilmiş: Şapkacı Katia .

Dispanserin Bahçesinden Işıltılı Caddelere

Lise çağımdaydım. Evim Balıkesir’deydi. Ailem, arkadaşlarım, tüm yaşantım orada, o küçük ve sevimli şehrin içindeydi. Sevimli olmasına sevimliydi ama, tüm diğer taşra kentleri gibi Balıkesir de insana dört duvar arasında kalmış hissi veren, sınırlı, kapalı bir yerdi. Sanki hayatın bir fragmanını yaşıyorduk orada, gerçeği kentin duvarlarının ötesinde; İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’deydi. Gürül gürül akıyordu da hayat, biz orada öylece duruyor gibiydik, sanki. Her ayın başında, Şan Sineması’nın hemen karşısındaki gazete bayisine büyük bir heyecan içinde koşmamız bu yüzdendi. Tüm dünya, geçmişin ve geleceğin toplamı hatta, sanki yoğunlaşıp tek bir kara deliğe çökmüş ve o da koca evrende gelip bu büfenin önündeki “Yaysat” sepetine düşmüştü. Sinema, Atlas ve Gezi dergilerinin yeni sayıları gelmişse onları hemen raftan kapar, eğip bükmeden, üzerlerindeki naylona dahi zarar vermeden çantalarımıza atar ve evlerimizin, Underground Cafe’nin, yahut bahçesinde saatlerce oturduğumuz hüküm

Aç Kapıyı Melek, Ben Geldim

Mart ayında bir gün, bir Cuma günü. Saat öğleden sonra 4:30. Sabah hava sıcaklığı eksi otuz santigrat derece idi, şimdi ısındı biraz, yalnızca eksi on. Ah Ottawa, söyle yetmedi mi artık bu kış? İşten koşar adım çıkıyorum. Melek otoparkta beni bekliyor. Önce camları kaplamış olan buzu elimdeki uzun saplı plastik spatula ile bir güzel kazıyorum. Eğer dünyanın bu köşesinde yaşamayı hayal ediyorsa oralarda birileri, işte bu gerçeği de hayallerinin bir köşesine dahil etmeli. Zira spatulayla buz kazımak yemek yemek, su içmek gibi hayatın doğal bir parçası buralarda. Araçların camlarına yapışan kar taneleri buzlaşıyor, kaskatı kesiliyor. İşin yoksa her allahın günü kazı babam kazı.

İstanbullu Bir Turistin Gözünden Ottawa - 2

17 Haziran Cuma: Chateau Laurier diye oldukça büyük bir otelin arkasında bulunan Majors Hill park mükemmel bir yer, öğlen yemeğini yine Bottega'dan alıp bu parka yürüdük.  Çimenlerin üzerinde bir ağaç gölgesine oturduk. Parkta hula hup çevirenler, frizbee oynayanlar çocuklarını çimenlere salıp onlarla beraber yuvarlananlar, kitap okuyanlar, yanlarında getirdikleri darbuka benzeri (djembe) enstrümanları çalanlar hepsi burada. Mutluluk tepesi olmuş burası.  Karşımızda Parlamento binasının arka cephesi görünüyor ve biraz aşağı doğru bakarsak Ottawa Nehri ve karşı kıyı Quebec eyaletinin Gatineau şehri.